Sosyal Alanda İnovasyon ve Toplumsal Sorunların Çözümü

Sosyal Alanda İnovasyon ve Toplumsal Sorunların Çözümü

Toplum; kültür, yapı, ilişki, etkileşim gibi varlık ve süreçlerle, hep bu bir araya gelmenin sonunda ortaya çıkmış bir olgudur. Sosyal bilimler, toplumsal olay ve olgular, toplumsal varlıklar arasındaki ilişki ve ortak noktaları, doğuş ve yokoluşlarındaki, işleyiş mekanizmaları, ilkeleri ve düzenlilikleri ortaya çıkarmaya çalışır (Kongar, 2010: 26).

Sosyal bilimler açısından bakıldığında örneğin sosyoloji, daha çok insanların ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını, ne yönde değiştiğini; sosyal antropoloji, bu insanların değerleri, inançları ve gelenekleri üzerinde odaklaşırken; sosyal hizmet, toplumsal refahı ve insanın iyi olma halini desteklemek ve geliştirmek için toplumun nasıl etkilenmesi gerektiği konularıyla ilgileni Toplumlar ancak kişilerarası, fakat tarihsel boyutu da bulunan ve bu nedenlerle karmaşık görüntüler kazanan ilişkiler içerisinde açıklanabilmektedir.

Örneğin Gordon Childe (akt., Sezer, 2006) “toplumu, ihtiyaçlarını karşılayacak üretim yolları bulmak için, yani kendini yeniden üretmek ve yeni ihtiyaçlar yaratmak için kurulmuş bir işbirliği örgütü” olarak tanımlamaktadır. Yani insanlar, gereksinimlerini karşılamak yolunda doğa karşısında güçlenebilmek için en geçerli çözümü, “toplum” biçiminde örgütlenmekte bulmuşlardır. Marshall (2005)’a göre ise toplum, genel olarak ortak bir kültürü paylaşan belli bir toprak parçasında yerleşmiş, kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir gruptur. Berelson ve Steiner (1964) toplumu, “kendi kendini devam ettiren, belli bir fiziksel yeri olan, varlığını uzun zaman sürdüren ve bir hayat şeklini paylaşan insanlar topluluğu” olarak tanımlamaktadır. Durkeim gibi sosyologlar ise “topluma”, kendi ayakları üzerinde duran bir gerçeklik, gözüyle bakmaktadırlar. Esasında birey-toplum ilişkileri, karşılıklı bir anlaşmaya ve çatışmaya indirgenemeyecek kadar karmaşıktır.

Sosyal hizmet açısından büyük önem taşıyan “toplumsal değişme”, toplumun yapısındaki temel ve geniş değişmeler olarak; ailenin örgütlenişindeki, gelir elde etme ve geçinme yollarındaki, dinsel davranışlardaki, insanlar tarafından benimsenen değerlerdeki ve kullanılan teknolojideki yani kısacası, toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları olan, toplumsal yapıdaki değişmelerdir (Berelson ve Steiner, 1964). Dolayısıyla toplumsal değişme, toplumun yapısındaki değişme olduğuna göre ve toplumun yapısı, toplumsal kurumların belirlediği toplumsal ilişkilerden meydana geldiğine göre değişme, esasında insan ilişkilerinin değişmesidir. Kongar (2010)’a göre toplumsal değişmeyi, insan-doğa çelişkisinin belirlediği teknoloji ile insan-insan çelişkisinin belirlediği ideoloji arasındaki etkileşim biçimlendirmektedir.

Sosyal görüntüye bakıldığında, ülkemizde son on yıllarda kırdan büyük kentlere doğru sosyal hizmetin müdahalesinden yoksun yaşanan kontrolsüz göç, büyük kentlerde evsiz, işsiz, hiçbir geliri olmayan ve dilencilik, hırsızlık, suç gibi marjinal olaylara yönelen çok problemli yüz binlerce nüfus kitlesini yaratmıştır.

Karmaşık sanayi toplumlarında, özellikle de büyük şehirlerde insanların sık sık tecrübe ettikleri, kişinin içinde bulunduğu topluma, gruba, kültüre ya da bizzat kendisine yabancılık duyması halini ifade eder. Bu durum, örneğin bürokrasi karşısında kişiliksizleşme, toplumsal olay olguları etkileyebilme gücünden yoksunluk ve diğer insanların yaşamlarıyla bütünlük kuramama gibi insanın “nesneleşmesi” deneyimlerine yol açar.

Tarihsel süreçte sosyal hizmet mesleği, geleneksel kurumlara göre daha sonra gündeme gelen ‘sosyal refah kurumu’na işlerlik kazandırma gerekçesine bağlı olarak, ortaya çıkmış bir meslek ve disiplin (Kut, 1999) olarak, bireyin “özne” olması yönünde etkinliklerini sürdürür. Bunu gerçekleştirebilmek için mesleğin amaçları, bireyin toplumsal işlev ve rollerini yerine getirebilmesine yardım etmek; toplumsal koşulları, bireyin gelişmesine olanak sağlayacak biçimde değiştirmek ve geliştirmek; insan haklarını güvence altına almak ve toplumun gelir, hizmet dağılımını dengelemek olarak sıralanabilir (Kut, 2001). Sosyal hizmet politikalarının hedeflediği gruplar, toplumla bütünleşmesi engellenen ve bu yüzden toplumun üretken ve işlevsel bir üyesi olarak toplumsal yaşama katılamayan, diğer bir deyişle sosyal işlevselliğini yerine getiremeyen ya da yerine getirmekte büyük zorluklar yaşayan, bu yönüyle, sosyal sorunları oluşturan nüfus gruplarıdır.

Ülkemiz her zaman, az gelişmiş ülke statüsünde değerlendirilmektedir. Peki nedir bu “az gelişmişlik?”. Öncelikle “az gelişmişlik”, ancak bir toplumun başka bir toplumla yapılacak karşılaştırmasında ancak anlam kazanılabilecek bir değer yargısıdır. Çünkü bir toplum ancak, kendisinden daha çok gelişmiş bir topluma oranla “az gelişmiş” sayılabilir. Azgelişmiş ülkelerin kalkınabilmesi konusu, sosyal bilimler açısından her zaman üzerinde önemle durulan netameli bir sorun alanı olagelmiştir.

Azgelişmişliğin tanımlandırılmasında üç gösterge kullanılmaktadır;

I. Uluslar arası gelişme farklılıkları: Ülkelerin gelişmişlik düzeyinin saptanmasında ve gelişmişlik sıralamasındaki yerin belirlenmesinde en çok kullanılan ölçüt, kişi başına düşen gelirdir.

II. Kaynak kullanım durumu: Bu yaklaşımda kullanılan oranlar ve değerler; işsizlik düzeyi, atıl kapasite oranı, ekilebilir arazinin kullanım oranıdır.

III. Toplumsal ve bireysel temel gereksinimlerin karşılanması: Eğer bir ülkede, nüfusun büyük çoğunluğu, toplumsal ve bireysel gereksinimlerini gideremeyecek durumda ise, o ülke az gelişmiştir.

Azgelişmiş ülkelerini milli gelirleri ve kişi başına düşen gelirleri düşüktür. Örneğin Zaire, Nijer, Etiyopya, Somali, Uganda gibi birçok Afrika ülkesinde, kişi başına düşen gelir 1000 doların altındadır.

Dünya Bankası, gelişmişlik kriteri olarak kişi başına düşen gelir ölçütünü kullanmaktadır:

-Düşük gelirli ülkeler: Kişi başına 745 dolar ve daha az GSMH’lı ülkeler,

-Orta gelirli ülkeler: Kişi başına 745-9.205 dolar arası GSMH’lı ülkeler,

-Yüksek gelirli ülkeler: Kişi başına 9.205 dolar ve daha fazla GSMH’lı ülkeler.

Diğer taraftan az gelişmişliği tanımlamak için 15’i bulan ölçüt ileri sürülmüştür (akt. Sezer, 2006):

1. Besin ekonomisinin yetersizliği,

2. Tarım kesiminin halen önemini koruması,

3. Zayıf bir endüstrileşme,

4. Az enerji tüketimi,

5. Ticaret kesiminin anormal büyüklüğü,

6. Ekonomik bağımlılık,

7. Gizli işsizlik,

8. Yaşam düzeyinin ve ulusal gelirin düşüklüğü,

9. Toplumsal yapıların geriliği,

10. Orta tabakaların önemsizliği,

11. Ulusal birliğin zayıflığı,

12. Eğitim düzeyinin düşüklüğü,

13. Sağlık hizmetlerinin yetersizliği,

14. Doğum hızı yüksekliği,

15. Endüstriyel gelişim ve batılılaşmanın, partiler üstü resmi bir siyaset oluşu.

Esas hedefi bireylerin sosyal işlevselliği ve iyi olma hali olan sosyal hizmet, genellikle birçok olumsuzlukların kaynağının, bireylerin karşılanmayan gereksinimleri olduğunun farkındadır. Bu nedenledir ki çocuk odaklı, birey odaklı ve aile merkezli etkinliklerinde, dikkatini bireylerin iyilik haline ve karşılanmamış gereksinimlerine vermiştir. Sosyal hizmet uzmanları, zor koşullarda yaşamaya çalışan bireylerle yaptıkları görüşmelerde, onların seslendirdikleri gereksinimleri ve müracaatçıların yakınmalarını temel alarak mesleki çalışmalarının süreç raporunda kullanır. Hangi tür hizmetlere ne kadar insanın gereksinim duyduğu, kaç kişinin ne türde bir “sosyal koruma”ya gereksinim duyduğu, ne şekilde sosyal hizmet organizasyonlarının ve hizmetlerinin verilmesi gerektiği, işin niteliği ve niceliği ancak geniş kapsamlı alan çalışmalarıyla ortaya konulabilecek bir husustur.

Bireyin iyilik hali, genellikle yaşamın 6 boyutu arasındaki hassas denge olarak düşünülebilir. Stres de bu yaşam boyutlarından herhangi birinden dolayı ortaya çıkabilmektedir. Fiziksel, sosyal, kültürel, duygusal, entelektüel ve ruhsal açılardan bireyin kendisini yeterince iyi hissetmesi, iyilik haline işaret eder. Sosyal hizmet mesleki uygulamalarının asıl hedef kitlesini oluşturan ve iyilik hali içinde olmayan bu mağdur, kolay incinebilir ve kırılgan kitle, sosyal adaletsizliğin, toplumsal ihmalin, işsizliğin, göçün ve yoksulluğun kurbanı haline getirilmiş yurttaşlardır. Psikolojik sorunlar genellikle, bireysel ve sosyal süreçlerdeki bozukluk ve dengesizlikler sonucu ortaya çıkarlar.

Diğer taraftan, sosyal hizmetin başka bir önemli kabulüne göre de, ciddi sorunları bulunmayan, belli bir sosyal işlevsellik düzeyine ulaşmış bireylerinde kendilerini daha ileri seviyede geliştirmeye, bu yönde desteklenmeye gereksinimleri vardır. Bu açıdan mesleğin misyonu, her bireyin optimal gelişimin sağlamak olduğu kadar vizyonu da tüm bireylerin gereksinimlerini karşılanması yoluyla, her toplumun da optimal gelişmişlik seviyesine ulaşabilmesine çalışmaktır. Çünkü modern dünyada, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde her toplum, kendi bireylerini gelişimine ve talihini pozitif yönde değiştirebilmesine, zengin olanaklar yaratmak durumundadır. İşlevsellik sorunu olmayan bireylerin, beceri ve kapasitelerini yükseltilmesi, güçlendirilerek, maksimum gelişme olanaklarının yaratılması, toplum kalkınmasının da önemli bir unsurudur.

Ancak sosyal hizmetin temel müdahale alanı, olanaksızlıklar içerisinde yaşama tutunmaya çalışan, kapasiteleri ölçüsünde tüm girişimlerine karşın bir türlü toplumsal sisteme “tutunamayan”, iyilik hallerinden söz edilemeyecek, “risk altında yaşayan” bu ihtiyaç sahibi kitledir. Mesleğin misyonu, bu kitlenin talihini ve dolayısıyla kişisel tarihini değiştirebilmektir. Modern bir sosyal hizmet yapılanmasında, yoksunluklarla örüntülenmiş bu bireylerin yaşamında pozitif değişim yaratmak için sosyal hizmet disiplinini repertuarında, “planlı değişim sürecinin” tüm enstrümanları bulunmak zorundadır. Çünkü bu olanaklar ve kaynaklar, sosyal hizmet uygulamalarının, makro düzeydeki nihai hedefi olan, “sosyal adalet” düşüncesinde başarıyı yakalamasının, “olmazsa olmaz” gereklilikleridir.

Sosyal hizmet uzmanları, insanın gelişim dönemleri bilgisi, sosyal sistem kuramı hakkındaki bilgileri bireylerin karşılaştıkları sorunların çözümü ve bireysel gereksinimlerin karşılanmasına yardımcı olunmasına yardımcı olur (Johnson, 1998). Onların, yaptıkları ev ziyaretleri ve görüşmeler yoluyla, partnerleri olan müracaatçılarıyla birlikte ortak düşünmeleri, ortak hareket etmeleri sonucunda “gerekli erken müdahale” olanakları yaratıldığı takdirde, suç, ihmal, istismar, kişisel yıkıcı davranışlar gibi sosyal sorunların büyük bir bölümü ortaya çıkmadan çözümlenebilecektir.

İşte bu anlayış ve sosyal politikanın mağdur ve kimsesiz nüfus kitlelerinin iliklerine kadar bir türlü işleyememesi nedeniyle gelişmiş ülkeler “insani süreçleri” değerlendirirken, toplum olarak biz hala sadece “sonuçları” konuşuyoruz. Bu kadar adli olayın, çocuk ihmallerinin, istismarların, suç davranışlarının, toplumsal çözülmenin neden ortaya çıktığını sorguluyoruz. Esasında her türlü olumsuzluğun nedeni, bireylerin karşılanmayan gereksinimlerinden başka bir şey değildir. Kırsal kesimde çaresiz ve seçeneksiz bırakılan, ailecek büyük ümitlerle metropollere akın eden ve burada da hayal ettiği iş ve aş olanaklarını yakalayamayan milyonların daha büyük çaresizliklere garkolmasının sonucu, bugünkü yaşananlardan başka ne olabilir ki?

Bu bakımdan sosyal hizmet, insanların belli bir iyilik haline ve sosyal işlevselliğe ulaşabilmeleri için, o toplumun mesleğe sağladığı olanaklar ve mağdur kitlelere lütfettiği kaynaklar çerçevesinde, “sosyal koruma” misyonunu gerçekleştirmeye odaklanır. Sosyal koruma, muhtaçlık içerisinde yaşayan bireylere barınma, beslenme, korunma, giyim, eğitim, sağlık gibi temel gereksinimlerini karşılamak ve kendisini bu topluma ait bir birey olarak hissedebilmesi, toplumsal kabul görmesi konularındaki mesleki çabaları ve düzenlemeleri kapsar. Yani sosyal korumanın etkinlik alanı, toplumun kaynakları ölçüsünde, ihtiyaç sahibi bireylerin mümkün olduğunca çaresizliklerini, mağduriyetlerini gidermeye çalışan, kendilerini iyi hissetme olanaklarını sunmaya uğraşan çalışmalardan ibarettir. Sosyal korumaya örnek olarak, evsiz bireylere ev, beslenme, sağlık vb. olanaklarının sağlanması; kocası öldü için çocuklarını yuvaya vermek isteyen kadınlara ailecek birlikte yaşayabilecekleri ev, beslenme, sağlık ve çocukların eğitimi olanaklarının sağlanması, özürlü ve yaşlı bireylere bakım-korunma olanaklarının yaratılması gibi durumlar gösterilebilir.

Sosyal hizmetin erken müdahale olanaklarının genellikle kaçırıldığı ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde sosyal hizmet uzmanları, daha çok “sosyal tedavi” ile hemhal olmaktadırlar. Sosyal tedavi, bireyin ya da aile üyelerinin düşünce, duygu ve davranışlarındaki işlev bozukluklarını gidermek ya da düzeltmek için tasarlanmış etkinlikler bütünüdür (Duyan, 2010).

Sosyal hizmet, toplumun sahip olduğu ekonomik kaynaklar, fırsat ve sorumlulukların paylaşımı ve adil dağıtımına da vurgu yapan, sosyal adalet düşüncesine ulaşma ve statükonun mağdur, yoksul bireyler lehine değiştirilmesi ve kaynakların “yeniden dağıtımı” misyonunu sırtlanmış bir meslektir. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları, sosyal ve ekonomi politikalarının, insanların temel hak ve özgürlüklerini gözetmesi gerektiğine, yürekten inanarak yoksunluklar içerisinde yaşayan kitlelerin savunuculuğunu yaparlar. Ancak ülkemizdeki sosyal politika, sosyal hizmet mesleğine henüz statükonun yoksunluklar içerisinde yaşayan bireyler lehine değiştirilmesini sağlayacak güç ve olanakları vermemiştir. Bu aşamada, sosyal hizmet uzmanlarının toplum ile politika yapıcılar ve karar vericilerin, devlet ve hükümetlerin, insani gereksinimlerin örgütlü ve yaygın biçimde karşılanması ve toplumsal sorunlara çözüm bulma konusundaki bakış açılarının farklılıkları, sosyal değişimleri sağlayabilmek için, “siyasal eylemi” gerektirir (Duyan, 2010). Bu siyasal eylem çabaları, sosyal adalet ile insanların olanaklarını artıracak ve bireylerin içinde yaşadığı günlük koşulları geliştirebilecek, sosyal politikalar, sosyal sistemleri ileri aşamalara taşıyacak etkinlikleri kapsamalıdır.

Duyan (2010)’a göre, sosyal hizmet uzmanlarının diğer bir hedefi de örgüt ve toplumla çalışırken, destekleyici, kolaylaştırıcı, sorun çözümleyici ve hoşgörülü bir sosyal çevrenin ortaya çıkarılmasıdır. Sosyal hizmetin bu “koruyucu” ve “önleyici” müdahalesi, sosyal, ekonomik, psikolojik ve insani sorunların oluşumuna katkı yaptığı bilinen, “risk yaratan etmenlerin” ortadan kaldırılarak, “koruyucu ve güçlendirici mekanizmaları” etkin kılınmasıdır. Bireylerin direncinin, gücünün artırılması yoluyla iyilik hallerini koruma yönünde desteklenmeleri de sosyal hizmet uygulamalarının önemli bir mihenk taşıdır.

Duyan (2010), sosyal korumanın 3 düzeyini vurgular;

Birincil koruma düzeyi, bireylere ve topluma yönelik olup gelişmekte olan sorunların önlenmesine ve engellenmesine yönelik eylemleri kapsar (McWhinney ve Freeman, 2009). Bu düzeyde sosyal sorunları tetikleyen, bireylerde problemlerin oluşmasına katkı sağlayan, potansiyel olarak yıkıcı, zararlı dinamikleri, sosyal koşulları etkisiz hale getirme ve yıkıcı-bozucu etkilerini azaltma etkinlikler sürdürülür. Bu aşama, sosyal hizmetin en önemli işlevlerinden biri olan koruyucu-önleyici görevi, bireylerin, ailelerin ve toplumların, sosyal ve ruhsal sağlıklarının korunması, geliştirilmesine yönelik, organize edilmiş sistematik çabalara odaklanılan seviyedir. Bu çerçevede temel amaç, birey ve içinde bulunduğu çevre arasındaki karşılıklı uyumu gerçekleştirme, uyum içinde bireyin duygusal, fiziksel ve sosyal kapasitesini geliştirme yoluyla gereksinimlerinin karşılanmasını sağlamaktır (Duyan, 2010). Bu amaca ulaşabilmek için, sosyal destek sistemlerinin harekete geçirilmesi, müdahalenin ilk adımıdır (Şimşek, 2001). Koruma amaçlı yapılacak müdahalelerin, yüksek kalitede kanıtlara dayalı, veri-temelli olması çok önemlidir.

İkincil koruma düzeyi, sosyal hizmet açısından sorunu daha ilk aşamalarında, embriyo halinde iken tespit ederek, kolay bir müdahaleyle değiştirilebilecek bir durumdayken onu çözmeye yönelik eylemlerdir (Sheafor ve Horesji, 2003). Bu düzeyde, alan taramalarının gerçekleştirilerek erken müdahaleye uygun vakaların bulunması, mesleki açıdan gerekli tespitlerin yapılması ve problemlerin erken çözümü söz konusudur. Bu hizmetler, yoksunluklar içerisinde yaşanan evlerde, okullarda, sağlık kurumlarında ve toplum merkezlerinin tamamında yürütülebilmektedir. Burada amaç, sorunların geri döndürülemeyecek denli ciddi boyutlara ulaşmasına engel olmak olduğundan, kurumlarda, sosyal sorunlar yaşama riski altında yaşayan bireyler belirlenerek, erken dönemde tanı konulup, daha etkili ve radikal çözümler getirecek mesleki müdahaleler yapılabilir. Sosyal hizmetin bu ikincil koruma düzeyinde, “bir restorasyon dönemi olarak” adlandırılabilecek; sosyal hizmet danışmanlığı, acil hizmetler, eğitimsel rehberlik hizmetleri, beceri kazandırma çalışmaları ve krize müdahale önemli alanları biçiminde kendini gösterir (Şimşek, 2001).

Sosyal hizmet uygulamalarında üçüncül koruma düzeyi, artık ciddi bir hal almış bireysel ve sosyal sorunların daha da kötüleşmesine veya ilave zararlar vermesine, daha da yıkıcı olmasına, sorunun başka alanlara sıçramasına engel olmaya yönelik eylemleri içerir (Sheafor ve Horesji, 2003). Bu düzey sosyal hizmetin, ekolojik sistem kuramına uygun “erken müdahale yaklaşımının” artık devreden çıkmış olduğu ve bireylerin uzun dönemli hatta bazen yaşam boyu bakımını içeren bir durumdur. Bu aşamada, bireyin yapısında yer etmiş işlevsizliklerin, sağlıksız örüntülerin, mevcut problemlerin daha da ilerleyerek komplike hale gelmesini, nüksetmesini önlemeye dönük müdahaleler denenmektedir (McWhinney ve Freeman, 2009). Esasında bu ileri problem düzeyini, sosyal korumanın ötesinde tedaviye yakın bir tanımlamayla betimlemek daha doğru olacaktır. Örneğin sigara içmeye ilk başlama aşamalarında bir gencin uygun bilişsel müdahalelerle ikna edilerek, bu zararlı alışkanlığa başlamaması önemli bir “erken müdahale” çabasıdır. Sigaraya başlamış bir yetişkinin bu alışkanlığın yıkıcı etkilerinden en az etkilenebilmesi için, azaltılması yaklaşımı ikincil düzey bir müdahaleye ve artık sigaradan dolayı akciğer rahatsızlıklarından kanser vb. ileri hastalık düzeylerine ilerlemiş bir aşamada, üçüncül düzey koruma ile daha kötü seviyelere, başka organlara yayılmasını önleme çabaları söz konusudur.

Sosyal hizmet mesleğinin odağı, sosyal hizmet uzmanlarına uygulama için gerekli olan vizyonu sağlamaktadır. Bu açıdan sosyal hizmet, sadece birey ve ailelerin sosyal işlevselliklerine odaklanan bir meslek olmayıp, aynı zamanda sosyal koşullar ve sosyal sorunlarla ilgilenen yani hem bireye hem de çevresine odaklanan, özgün bir meslektir.

Değerlendirme ve Sonuç

Toplumsal gündemimizde sürekli olarak, insan-insan çelişkisi olan ideolojiyi, farklılıkları öne çıkarmak, nerdeyse birbirine düşman olan milyonlarca kitle yaratmanın ülkemizin sağlıklı gelişimine ne gibi bir faydası olabileceği düşünülmektedir ki sürekli böylesi bir tutum benimsenmektedir? “Allah’ın merhameti bütün kainatı kaplamıştır” İslami felsefesi ve hümanizm düşüncesine sıkı sıkıya bağlı bu kadim geleneğimizdeki, “düşmanına bile insanlığı sen öğret” diyen bir referansı mevcut iken, herkesin birbirine bu kin ve nefreti niye?

Modern toplumlarda her zaman insanın, ötekiyle birlikteliğinin mümkün olduğu vurgulanmaktadır. Bu birliktelik sanıldığı gibi, benzerlikler üzerine değil, “farklılıklar üzerine kurulmakta”dır. Kişi illa ötekine uymak, ya da kendini ona uydurmak mecburiyetinde değildir. Bu saygı ve kabul temelli toplumsal birliktelik ve uzlaşma kültürü, diğerkâm bir ahlakın taşıyıcısı konumunda işlev görmektedir.

Sosyal hizmet disiplini açısından, birey, grup ve ailelerin iyilik halini ve sosyal işlevselliklerini sağlayabilmek için, toplumun, bu amaçların gerçekleşmesine hizmet edecek “sosyal koşullar” oluşturması zorunluluğu vardır. Ekonomi politika aktörleri ve tüm yurttaşlar açısından, birey, aile, kurum ve kuruluşların, birbirine bağlı, karşılıklı bir etkileşim ve dayanışma halinde olması, sosyal ilişkilerin ve toplum olanaklarının, işlevsel bir toplum yaratılabilmesi içi seferber edilmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin kendine özgü sorunları ve yine kendine özgü zayıf ve güçlü yanları bulunması nedeniyle, bu sorunların çözümlenmesinin yeni ve özel yöntemlerle açıklanması ihtiyacı söz konusudur. Mardin (2006), Türkiye için kısa vadede iyimser olmadığını ama uzun vadede ümitli olduğunu, çünkü toplumda devamlı problemler bulunduğunu ve ülkemizin sosyolojik özelliği itibariyle bunların çorap söküğü gibi devam edeceğini ve Türkiye’nin kendine has problemlerinin, sekülarizm, laisizim, devlet, merkez-çevre gibi unsurlar olduğunu vurgulamıştır.

Günümüz dünyasında, toplumların yüz yüze kaldıkları sorunların birçoğu evrensel nitelikler taşımakla birlikte her toplum, her meslek ve disiplin, evrensel bilimsel ilkelere sadık kalarak, kendi özelliklerini tanımak ve kendine özgü sorunlarına çözüm bulabilmek için yerel bir yol izlemek zorundadır. Diğer taraftan sosyoloji disiplini, sosyal hizmetle etkin bir işbirliği içerisine girerek, sadece toplumsal olayları ve olguları saptamakla yetinmemeli, sorunlara geçerli çözümler önermekle de yükümlü olmalıdır. Sosyal sorunların çözümlenmesi, ancak topluma kimliğini kazandıran ana ilişkilerin, olaylara ve olgulara yön veren yapısal etmenlerin birbirleriyle etkileşiminin anlaşılmasıyla olanaklı hale gelebilecektir.

KAYNAKÇA

Aron, Raymond. (2004). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Bilgi Yayınevi.

Duyan, Veli. (2010). Sosyal Hizmet: Temelleri, Yaklaşımları ve Müdahale Yöntemleri. SHU Derneği Yayınları, No: 16, Ankara.

Johnson, L.C. (1998). Social Work Practice: A Generalist Approach. USA: Allyn and Bacon.

Kağıtçıbaşı, Çiğdem. (2010). Benlik Aile ve İnsan Gelişimi. Koç Üniversitesi Yayınları. İstanbul.

Kıray, B. Mübeccel. (1999). Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme. Bağlam Yayınları, İstanbul.

Marshall, Gordon. (2005). Sosyoloji sözlüğü. Çev. Osman A. ve Derya K. Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.

McWhinney, I.R. ve Freeman, T. (2009). The Enhancement of Health and Prevenet of Disease. Textbook of Family Medicine. New York: Oxford University Press.

Sheafor, B.W. ve Horesji, C.R. (2003). Technniques and Guidelines for Social Work Practice. (6 th ed.) Boston: Allyn&Bacon).

Polanyi, Karl. (2003). Büyük Dönüşüm. Çev. Ayşe Buğra. İletişim Yay. İstanbul.

Sezer, Baykan. (2006). Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları. Kızılelma Yayıncılık, İstanbul.

Şimşek, Z. (2001). Yaşam Kalitesi Ölçeğinin Psikometrik Değerlendirilmesi.

Bir yanıt yazın

Quick Navigation
×
×

Cart

Buy for 150,00  more and get free shipping