Sormak Gerekiyor: Hangi Sosyal Hizmet?

Sormak Gerekiyor: Hangi Sosyal Hizmet?

Bu makalenin genel amacı, ellinci yılını geride bırakan sosyal hizmet mesleği, Türkiye gerçekleri ve yaşanan sosyal sorunlar açısından, makro değişkenlerin birbirleriyle etkileşiminin incelenmesidir.

Bu çerçevede, sorunların ortaya konulması, mesleğin sağlıklı bir biçimde niçin geliştirilemediğinin analiz edilmesi ve “sosyal alanın yapılandırılması için” yenilikçi yolların araştırılması da amaçlanmaktadır. Ülkemizde, sosyal hizmetin çağdaş bir konuma geçebilmesi için neler yapılması gerektiği, gerçekçi ve geçerli bilgiler üretilmesi zorunluluğu herkes tarafından yeterince seslendirilmemektedir. Herkes, kendine göre bir “sosyal hizmet” düşünce ve icraatı içerisinde. Oysa modern bir “sosyal hizmet” sunum sistemi kurmadan, ailelerin parçalanmasına seyirci kalarak, ebeveyn bakımından yoksun kalmış çocukları “çocuk yuvalarına” kapatarak hayatlarını kutardığını sanmak, bilimin ve gelişmiş Batı ülkelerinin yarım asır önce terkettiği, azgelişmiş uygulamalardır. Sosyal hizmetin gündemi, “toplumun gereksinimlerine göre”, sosyal hizmet uzmanları, sivil toplum güçleri, politik irade vb. tarafların “etkin katılımıyla” hep birlikte kurulmalıdır. Mevcut sosyal hizmet sistemi, azgelişmiş bir yapı görünümü vermekte ve olması gereken sosyal hizmet uzmanı sayısının yüzde biri ile birşeyler yapmaya çalışma girişiminden başka bir anlama gelmemektedir.

Bu çalışmada, mesleki gelişme için gereken katkı sosyal sisteme yönelik eleştirel bir yaklaşımla denenmiştir. Sosyal hizmetin, sosyoekonomik, psikososyal ve sosyokültürel boyutları mesleği, çepeçevre kuşatan unsurları oluşturmaktadır. Öncelikle ekonomiyle ilgili konular, her zaman sosyal hizmet uzmanı-müracaatçı ilişkisinde, önemli bir boyutu oluşturmaktadır. Nitekim, birçok müracaatçı, sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarına geçim zorlukları ve ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar nedeniyle gelmektedirler. Özellikle, sosyal ve ekonomik yoksunluk içindeki müracaatçılar, terapiden çok, öncelikli ve ivedi olarak “nakit yardımına” gereksinim duyarlar. Müracaatçı gruplarının, barınma, beslenme, giyim vb. temel gereksinimlerini, nakit ihtiyaçlarını süratle karşılamadan, sosyal hizmet uzmanının, müracaatçılara psikososyal yönden onları geliştirmeye yönelik müdahaleler yapması, çoğu zaman başarısız ve işlevsiz bir girişim olacaktır. Bu kişilerin, hızlı ve etkili bir biçimde, “yeterince ekonomik destek” almadan ve “temel gereksinimleri karşılanmadan” içi boş temennilerle kendilerini iyi hissedebilmeleri olanaksızdır.

Peki, Batı Avrupa ülkelerinde neredeyese 60 yıldır başlatılan “temel gelir” ve “asgari geçim desteği” uygulamaları, ülkemizde, niçin bir türlü başlatılmamıştır? İhtiyaç sahibi milyonlarca vatandaşımıza bu katkı sağlanamadan, modern bir sosyal hizmet sunum sisteminden ve “insanların iyi olma halinden” bahsedebilmek olanaklı mıdır?

Bu noktada, sosyal hizmet mesleğinin onarıcı pratiğinin hemen devreye girebilmesine elverecek, yasal-örgütsel yapıların kurulmasının, örgütsel başarı ve birey ve toplum sorunlarının çözülebilmesinde, yaşamsal bir önemi bulunmaktadır.
Diğer türlü, gerekli çağdaş sosyal politika uygulamaları ve enstrümanlarından yoksun sosyal hizmet uzmanları, kendilerine yardım için başvuran müracaatçılarının, çözme güçlerinin bulunmadığı sosyal ve ekonomik sorunlarını dinlemelerinin müracaatçılara, kurumlara ve sosyal sorunların çözümüne, bir yararı bulunmamaktadır. Bu türden “işlevsiz süreçler” ve çaresiz müracaatçılardan gelen psikolojik baskı, sosyal hizmet uzmanlarının, kendilerini güçsüz ve yetersiz hissetmelerine neden olmaktadır. Ne işe yaradıkları ve sosyal hizmet sisteminin “neyle” uğraştığını kafalarında sürekli sorgulamak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum tıpkı, bir doktorun yazdığı reçeteyle ilaçlarını alarak rahatlaması gereken bir hastaya eczaneden ücretsiz ilaç verilmeden, tedavi olmasını beklemeye benzetilebilir. Böyle işlevsiz bir sağlık sisteminde, hasta doktora niçin gidecektir? Sadece psikososyal görüşmelerle hekim, hastasını iyileştirebilir mi? Doktor, “Şu anda sadece reçete yazabiliyorum, yasal mevzuat henüz ilaç almanıza elvermiyor” mu diyerek hastayı gönderecektir?

Bu noktada, sosyal hizmet mesleğinin onarıcı pratiğinin hemen devreye girebilmesine elverecek, yasal-örgütsel yapıların kurulmasının, örgütsel başarı ve birey ve toplum sorunlarının çözülebilmesinde, yaşamsal bir önemi bulunmaktadır.
Diğer türlü, gerekli çağdaş sosyal politika uygulamaları ve enstrümanlarından yoksun sosyal hizmet uzmanları, kendilerine yardım için başvuran müracaatçılarının, çözme güçlerinin bulunmadığı sosyal ve ekonomik sorunlarını dinlemelerinin müracaatçılara, kurumlara ve sosyal sorunların çözümüne, bir yararı bulunmamaktadır. Bu türden “işlevsiz süreçler” ve çaresiz müracaatçılardan gelen psikolojik baskı, sosyal hizmet uzmanlarının, kendilerini güçsüz ve yetersiz hissetmelerine neden olmaktadır. Ne işe yaradıkları ve sosyal hizmet sisteminin “neyle” uğraştığını kafalarında sürekli sorgulamak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum tıpkı, bir doktorun yazdığı reçeteyle ilaçlarını alarak rahatlaması gereken bir hastaya eczaneden ücretsiz ilaç verilmeden, tedavi olmasını beklemeye benzetilebilir. Böyle işlevsiz bir sağlık sisteminde, hasta doktora niçin gidecektir? Sadece psikososyal görüşmelerle hekim, hastasını iyileştirebilir mi? Doktor, “Şu anda sadece reçete yazabiliyorum, yasal mevzuat henüz ilaç almanıza elvermiyor” mu diyerek hastayı gönderecektir?

Toplumsal düzlemde yaşanan tüm sosyal sorunların çözümüne yönelik “ihtiyaç-temelli” plan ve programları kim üretecektir? Tabi ki onlarca yıllık alan uygulama deneyimi olan üç bine yakın sosyal hizmet uzmanı, sosyal refah süreçlerine bizzat dahil olarak bunu yapmalıdırlar. Ancak Haziran 2011′de kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB)’nın 15 kişilik “üst yönetimi”nde (Müsteşar, Müst. Yard. Genel Müdürler) bir tane dahi “sosyal hizmet uzmanı”nın bulunmaması ne anlama gelmektedir. Sağlık bakanlığı üst düzey yönetimini “hekim”lere değil de, öğretmen vb. diğer meslek elemanlarına teslim ediliyor mu? Milli Eğitim Bakanlığı üstyönetimi’nde “öğretmen”, “eğitimci” yerine, hekim, sosyal hizmet uzmanı vb. meslek elemanları mı var? İçişleri Bakanlığı üst düzey yöneticileri, “kamu yönetimi”, “hukuk” mezunları yerine, sosyal hizmet uzmanı, öğretmen, hekimler mi “vali, kaymakam” oluyor?

Ülkemizin Cumhuriyet tarihi boyunca politik güçler, bürokrasi ve sosyal bilimler alanında, bilimsel karar mekanizmalarına geçiş yapmayı niçin başaramadılar? ”Keyfi”, “hemşehricilik vb.” kriterler yerine, “liyakat” ve “bilimsel bilgi” kriterlerine göre “üstdüzey” görevlileri atayabilmeyi niçin gerçekleştiremediler? Halbuki, bu önemli gerçek sadece bilimsel yönetimin ve sistemi geliştirmeye yönelik müdahalenin bir gereği değil, aynı zamanda “işi ehline verin” diyen, kadim “doğu” geleneğimizin de bir önemli emridir. Bütün bu modern düzenlemeler, olmazsa olmaz unsurlar yerine getirilemeyince, milyonlarca insanın mağduriyetini “retorik” söylemlerle, içi boş temennilerle giderebilmek mümkün değildir.

Yasal ve örgütsel açıdan bazı olumlu gelişmeler ve ilerlemeler olmasına karşın, bunlar yirmibirinci yüzyılın gereklerine uygun ve “modern” düzenlemelere göre son derece cılız kalmaktadır. İhtiyaç duyulan yasal düzenlemeler olmayınca, sosyal hizmet ve kamu sistemi de, güçsüz ve çoğu zaman işlevsiz kalmaktadır. Sonuçta sosyal adaletin hedefinden uzak her mesleki süreçte; dramatik biçimde, müracaatçı-sosyal hizmet uzmanı ilişkisinin ortak paydası, “güçsüzlük” olmaktadır (Tucay ve Erbay, 2006). Her ikisinin bu güçsüzlüğünü ortadan kaldıracak olan tek şey ise, “sosyal politikaların, toplumun ihtiyaçlarına göre zenginleştirilmesi” ve “temel gelir” uygulamasına yönelik, yasal-örgütsel yapıların bir an önce oluşturulmasıdır.
Çünkü Craig (2002: 671)’in belirttiği gibi, sosyal adaletin kapsamı şu boyutlarda ele alınmaktadır: (1) bütün bireylerin eşit değeri, (2) herkesin, temel gereksinimlerini karşılamada eşit hakka sahip olmaları, (3) bireylerin, yaşama şansları ve fırsatlarını, olabildiğince geniş oranda kullanmaları, (4) toplumdaki tüm bireylerin, adaletsiz her düşünce ve eyleme karşı korunmaları.
ABD Sosyal Hizmet Konseyi (1996)’nin geliştirdiği “etik standartlar” kapsamında, “sosyal adalet”; önemli bir etik ilke olarak ele alınmakta ve sosyal hizmet uzmanlarına, toplumdaki sosyal adaletin sağlanabilmesinde, şu ifadelerle, “meydan okuyucu” ve “aktivist-savunucu” roller yüklemektedir: “Sosyal hizmet uzmanları, sosyal adaletin gerçekleştirilmesi için, sosyal, ekonomik, politik, kültürel, değerleri ve kurumları geliştirerek, temel insani gereksinimlerin karşılanmasında, yardım edici ve tüm yoksul, işsiz ve yardıma muhtaç bireylerin yaşam koşullarının iyileştirilmesinde, ‘savunucu’ bir rol üstlenir.”
Sosyal hizmet önderlerinden Payne (1998)’a göre bu durum, sosyal adaletin sağlanabilmesi için, “sosyal hizmetin” kendisini hem devletin içinde önemli bir unsur olarak hem de kimi zaman devletin karşısında mağdur kitlelerin savunucusu olarak “konumlandırması” gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü sosyal hizmet uzmanları, bir taraftan devletin içinde profesyonel bir yapı olarak, “sosyal refahın üretimi ve dağıtımı” mekanizmalarında rol alırken; diğer taraftan da, sosyal adaletin sağlanmasına engel olan, zayıf ve yetersiz sosyal politikaların, bir an önce bireylerin “temel gereksinimlerini” karşılayabilecek güce eriştirilebilmesi için, radikal, eleştirel ve muhalif bir tutum sergileyebilmelidirler. Bu tezat durumun ve güçlüğün aşılabilmesi için; devletin bütün kurum ve kuruluşlarının, “sosyal hizmet mesleğinin” amaçları, eylem alanları ve misyonu açısından, doğru bir anlayış ve algılama içerisinde olabilmesini gerektirir (Tuncay ve Erbay, 2006).
Wakefield (1988)’in belirttiği gibi; tıbbın temel amacının, hastalıkların ve buna yol açan risk faktörlerinin tedavisi, ortadan kaldırılması; eğitimin amacı, “öğrenme” ise, sosyal hizmetin nihai amacı da, bireylerin yoksunluklarının ve mağduriyetlerinin önlenmesine elverecek “sosyal adalet”tir. Bu bağlamda, adil bir toplum yaratabilme sürecinde, güçsüz ve olanaksızlıklar içerisinde yaşamaya çalışan müracaatçıların “güce sahip kılınmaları” büyük önem taşımaktadır. Sosyal hizmet mesleği açısından, kişilerin yaşadıkları (yoksulluk vb.) sorunlarla ilgili ve bunu çözebilmesine yarayacak gücünün artmasıyla, sorunun yarattığı baskıdan ancak bu şekilde kurtulabilmesi olanaklıdır. Sosyal hizmet uzmanları, “sosyal adalet”e ulaşabilmek için, müracaatçılarının güçlenmelerini kolaylaştıracak tüm süreçleri etkili kılabilmelidirler.
Sosyal hizmetin en önemli anlayışlarından birisi olan “güçlendirme yaklaşımı”; “sosyal hizmet uygulamalarında bireylerin, ailelerin, grupların ve toplulukların kişisel, kişiler arası, sosyoekonomik ve politik gücünü artırmalarına ve koşullarını geliştirmelerine yardımcı olmayı amaçlayan bir süreçtir.” (Barker, 2003).
Mc Donough (1993; akt. Tuncay ve Erbay, 2006); sosyal hizmet uygulamalarının içerisine sosyal politikaları geliştirme sürecini de etkin bir biçimde dahil ederek, sosyal adalet idealine ulaşılmasını sağlayan bazı dikkat çekici yöntemler önermiştir: Bunlardan birincisi, “hukuki savunuculuk” olup; ekonomik ve sosyal yoksunluk içindeki çeşitli toplulukların yararına, bireylerin güçlenmesine hizmet edecek yasal düzenlemelerin oluşturulmasına etkide bulunmayı amaçlamaktadır. Bu rolü etkili ve başarılı bir biçimde yerine getirebilmek için, uygulama alanındaki sivil toplum örgütlerinin varlığı ve etkililiği şarttır. Temel hedef, toplumun geniş kesimlerinin, hak ve ihtiyaçlardan eşit ve adil bir biçimde yararlanabilmesini sağlamaktır. İkincisi, “sosyal politika” uygulamalarında; davalara dahil olarak, mevcut yasalar ve uygulamalarında değişiklikler yapılmasını olanaklı kılarak, toplumun özellikle marjinalize olmuş kesimleri olan suçlular, engellilerin sosyal haklarının korunması ve geliştirilmesine katkı yapılması amaçlanır. “Sosyal aksiyon” ise, sosyal adalet hedefine hizmet eden sosyal politika uygulamalarının üçüncü boyutunu ifade etmektedir. Bu yaklaşım, belirli özel gereksinim grubu olan çalışanlar, kadınlar, çocukların esenliklerinin ve iyilik hallerinin sağlanabilmesi, sosyal ve siyasal hakların elde edilebilmesi için, örgütleyici, özgürleştirici bir pratiktir.
Tartışma ve Sonuç
Sosyal hizmet politikalarının hedeflediği gruplar, toplumla bütünleşmesi engellenen ve bu yüzden toplumun üretken ve işlevsel bir üyesi olarak toplumsal yaşama katılamayan, diğer bir deyişle sosyal işlevselliğini yerine getiremeyen ya da yerine getirmekte büyük zorluklar yaşayan, bu yönüyle, sosyal sorunları oluşturan nüfus gruplarıdır. Tarihsel süreçte sosyal hizmet mesleği, geleneksel kurumlara göre daha sonra gündeme gelen ‘sosyal refah kurumu’na işlerlik kazandırma gerekçesine bağlı olarak, ortaya çıkmış bir meslek ve disiplindir (Kut, 1999). Birincisi ülkemizde yirmi birinci yüzyıla ulaşmış olmamıza karşın, halen “sosyal refah kurumu” tam olarak işlerlik kazanamamış ve bunun sonucu olarak da “sosyal hizmet” sosyal sorunları çözme gücünü ispatlayabilecek bir meslek olarak palazlanamamıştır. Politika düzeyinde, halen tortusal refah anlayışının hâkim olması ve işlerin yardımlaşma ve dayanışma yoluyla götürülmeye çalışılması, “sosyal hizmetin” profesyonel yardım olarak aktive olmasını engellemektedir.
Diğer taraftan uzun yıllar boyunca 1961 yılından 2000’li yıllara kadar, mesleğin önemli aktörleri ve politikacılar tarafından tek bir bölümle yetinilmesi, insan kaynağı gelişimini ve toplumsal, politik farkındalık kazandırılmasını, dolayısıyla mesleğin gelişimini ve politika, toplumun düzleminde “değer görmesini” geciktirmiştir. Bir mesleğin toplum düzleminde etkili olabilmesi için, öncelikle kendi “ontolojik” sorunlarını çözümleyebilmesi gerekmektedir. Sosyal hizmet mesleğinin ülkemiz sosyopolitik ortamında yeterince gelişememesi sorunu ise, ideal sosyal yapının ve sosyal kurumların oluşturulamamış olması ve varolan sosyal yapı ve kurumlardaki eksiklikler, yetersizliklerle ilgilidir. Dolayısıyla bu mesleğin ülkemizdeki problemleri, sosyal sistemin mevcut durum ve olanaklarındaki eksikliklerle, gelişmiş ülkelerdeki sosyal hizmet sunum sistemleri arasındaki farklara karşılık gelmektedir. User (1996)’e göre, Türkiye’de sosyal bilimler açısından meslek politikası; mesleğin ve bilimin gelişmesi, bilimsel otoritenin gelişmesi, toplumsal kabul ve onayın yaygınlaştırılması, etik kuralların ve meslek kültürünün geliştirilmesi doğrultusunda içerik kazanmalıdır. Dolayısıyla sosyal hizmet de, mesleğin gelişebilmesi için bu bilimsel yolu ısrarla takip etmelidir.
Toplumdaki sorunların ve çözümlerinin tanımlanmasındaki ideolojik ve politik yaklaşım, o ülkede sosyal hizmetin bilgisini ve değerlerini belirlemektedir. Sosyal hizmeti, ülkenin genel makro dinamikleri olan eğitim, sağlık, ekonomi, yönetim ve politika gibi önemli faktörlerden soyutlamak düşünülemez. Nitekim, sosyal hizmet Batı Avrupa ülkelerinde tek başına mucizevi bir ivme kazanıp gelişmemiş, toplumların gelişme akışının ayrılmaz bir parçası olarak, örgütsel ve mesleki bir bütünlük içerisinde sürekli gelişme göstermiştir (Atauz, 1999).
Bilindiği üzere, Sosyal hizmetin gündemi, bütün diğer toplumsal olgular ve olaylarda olduğu gibi, mevcut politik, ekonomik güçler ve bunların yanında bireysel beklentiler tarafından “toplumsal” olarak kurulmaktadır (Payne, 1992). Sosyal sorunların çözümlenmesi, ancak topluma kimliğini kazandıran ana ilişkilerin, olaylara ve olgulara yön veren yapısal etmenlerin birbirleriyle etkileşiminin anlaşılmasıyla olanaklı hale gelebilmektedir. Sosyal hizmet disiplini açısından, Türkiye’nin kendine özgü sorunları ve yine kendine özgü zayıf ve güçlü yanları bulunması nedeniyle, bu sorunların çözümlenmesinin yeni ve özel yöntemlerle açıklanması ihtiyacı söz konusudur.
Ülkemizin “sosyal sorunları”nın çözümü açısından Mardin (2006); Türkiye için kısa vadede iyimser olmadığını ama uzun vadede ümitli olduğunu, çünkü toplumda devamlı problemler bulunduğunu ve ülkemizin sosyolojik özelliği itibariyle bunların çorap söküğü gibi devam edeceğini ve Türkiye’nin kendine has problemlerinin, sekülarizm, laisizim, devlet, merkez-çevre gibi unsurlar olduğunu vurgulamıştır.

Sosyal görüntüye bakıldığında, ülkemizde son on yıllarda kırdan büyük kentlere doğru sosyal hizmetin müdahalesinden yoksun yaşanan kontrolsüz göç, büyük kentlerde evsiz, işsiz, hiçbir geliri olmayan ve dilencilik, hırsızlık, suç gibi marjinal olaylara yönelen çok problemli yüz binlerce nüfus kitlesini yaratmıştır. Sorunlar kangren haline geldikten sonra, politikasız ve bilimsel ele alıştan yoksun olarak sokak çocukları vb. alanlarda işe koşturulan meslek elemanları, sosyal sorunların dinamiğindeki büyük karmaşıklık etkileşimi nedeniyle, bu sorunları çözmekte kaçınılmaz bir şekilde çoğu zaman başarısız olmaktadır. Tıp biliminde hekimler, sürekli acil servise gelen ağır vakalarla uğraşmayıp, genellikle önleyici ve koruyucu müdahalelere odaklanarak, aşılama vb. kapsamlı çalışmalar yaparak, büyük başarıları elde etmektedirler. Aynı şekilde, sosyal politika ve onun önemli bir aracı olan sosyal hizmet de, ailelerdeki sorunlara seyirci kalarak, sorunlar kronik hale geldikten sonra, işlevsiz ve başarısız olacağını bile bile müdahale etmek yerine; “erken müdahale” ilkesi temelinde, aileler parçalanmadan, çocuklar sokağa yönelmeden, aşırı iç göçler yaşanmadan, ailede onlarca çocuk doğmadan, çok daha önce önleyici ve başarılı müdahalelerini gerçekleştirebilecek denli güçlü ve işlevsel hale ulaşabilmelidir.

Sosyal hizmet disiplini, ileri demokratik toplumların yarattığı bir olgu olduğundan, bu mesleğin gelişebilmesi için; demokratik yaşam biçiminin egemen olması, gelişme seçeneklerinin fazla olması ve isabetli kararların verilebilmesine ihtiyaç vardır. Bizim toplumumuzda, otoriter bir aile ve devlet yapısı egemen olup, adam kayırma, particilik, bilimsel bakıştan uzak yönetim anlayışlarının bulunması, demokrasinin ürünü olan sosyal hizmet mesleğinin gelişiminin neden yavaşladığını daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Hiç kuşkusuz sağlık, eğitim, endüstri, işletme, adalet, askerlik, kitle iletişimi, güvenlik kuvvetleri, yayın hizmetleri, din, dil, iletişim, psikoloji, siyaset, sanat ve diğer uygulama alanlarında sosyal hizmet bilimi ve mesleğinin, ülkemize katkılarını arttırmak ve meslek elemanlarının standartlarını yükseltmek yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Ülkemizde sosyal hizmet henüz, sosyal politika ve programların genişletilmesi, stratejilerin oluşturulmasına katkıda bulunabilecek denli güçlendirilememiş ve işlevsel kılınamamıştır. Sosyal hizmet mesleğinin uygulayıcıları olan sosyal hizmet uzmanları, gerektiği ölçüde modern sosyal koruma enstrümanları ve yasal güçlerle donatılamamışlardır. Sosyal hizmet uzmanları, bireylerin yaşam koşullarını iyileştirmek, sosyal adaleti sağlamak amacıyla uygulayıcılar olarak, sosyal adaleti gerçekleştirebilmek için sosyal politikayı sürekli olarak etkilemeyi bir mesleki sorumluluk olarak kabul etmektedirler. Örneğin ABD’de 1945 yılında Edvard Lindeman, sosyal hizmet uzmanlarının rol ve işlevlerini tartışmaya açmış; bunun sonucunda, uzmanların, sağlık, bakım, eğitim, istihdam, ırk ayrımı ve demokratik katılım gibi alanlarda sosyal politikaların belirlenmesi sürecinde etkili rollerine kavuşmaları sağlanmıştır (Schneider ve Netting, 1999: 350).
Avrupa devletleri liberal-sosyal sentez modelini benimseyerek, devletin toplum refahını gözeten bir rol oynamasını, “gelirin yeniden dağıtılması” gibi piyasaya ait bir işlev görmesini kabul etmişlerdir. Avrupa refah devletinin sosyal güvenlik, sosyal hizmetler, yoksullara gelir transferi, sosyal hakların kurumsallaşması, vatandaşlık geliri, herkese minimum bir düzey sağlanması gibi birçok sosyal hizmet enstrümanları olduğu görülmektedir. Toplumun güçsüz ve risk altında yaşayan kesimlerine yönelik belirli bir sosyal güvenlik düzeyi, sağlık ve refah hizmetlerinden serbestçe yararlanma olanağı, belirli bir yaşa kadar eğitim olanağı, asgari bir gelir düzeyi, konut yardımları öncelikli sosyal politika programları olarak göze çarpmaktadır. Çünkü Marshall (1965: 91)’ın vurguladığı gibi “vatandaşlık”, bir toplumun üyelerine verilen bir statüdür ve bu statüyü elinde tutan herkes, bu konumun kapsadığı tüm haklar ve görevler açısından eşittir.
Sosyal hizmet düşüncesi, sağlıklı ve işlevsel bir insan ve toplum yapısının ortaya çıkartılması, demokratik ve sosyal hukuk devletinin yaşama geçirilmesi, insan hakları ve sosyal adaletin etkili biçimde sağlanabilmesine yarayacak değerleri bünyesinde barındırmaktadır. Atauz (1999)’a göre, toplumun belirli sorunlarına en iyi çözümlerin sosyal hizmet tarafından getirebileceğine ilişkin, belki de “sembolleştirme” gerekiyor. Zaten, sosyal hizmetin varlığını sürdürebilmesi için belirli sorunlara çözüm getiren bir sembolleşme sürecine girmesi şarttır (Payne, 1993). Ancak bunu sağlayabilmek için de öncelikle, sosyal hizmet sisteminin sosyal hizmet uzmanı niteliği ve niceliği açısından yeterli bir kapasiteye ulaşabilmesi zorunludur.

Diğer taraftan, son on yılda finansman gücü sekiz kat artırılarak oldukça güçlendirilen SHÇEK kurumunu Haziran 2011′de devralan genç, Aile ve sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) artık çeşitli dağınık “sosyal yardım” hizmetlerini terkederek, “asgari geçim desteği” uygulamasına süratle geçmelidir. Hatta, 50 yıldan fazla geç bile kalınmıştır.

KAYNAKÇA

Aktaş, Aliye M. (2001). Sosyal Hizmet Eğitiminde Yaşanan Temel Problem Alanları. İnsani Gelişme ve Sosyal Hizmet: Prof. Dr. Nesrin Koşar’a Armağan Kitabı içinde ss. 244254. H. Ü. SHYO Yayın No: 009.
Aron, Raymond. (2004). Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Bilgi Yayınevi.
Ashman, Kirst K. ve Hull, G. H (1999). Understanding Generalist Practice. Chicago: Nelson Hall Publisher.
Atauz, Sevil. (1999). Neden Sosyal Hizmet? Sema KUT’a Armağan, Yaşam Boyu Sosyal Hizmet kitabı içinde ss. 85-93. Editör: N. Güran KOŞAR. H.Ü. SHYO Yay: 004, Ankara.
Aziz, Aysel. (2008). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem ve Teknikleri. Nobel Yayın Dağıtım Ltd. Şti, Mayıs, 2008 Ankara.
Barker, R. L. (2003). The Social Work Dictionary. Silver Spring, Md: NASW Press.
Berelson, Bernard ve Steiner, A. Gary. (1964). Human Behavior. Harcourt Brace and World Inc. New York.
Cılga, İbrahim. (1999). Türkiye’de Sosyal Hizmet Meslek Politikası: Sema KUT’a Armağan, Yaşam Boyu Sosyal Hizmet kitabı içinde ss. 75-93. Editör: N. Güran KOŞAR. H.Ü. SHYO Yay: 004, Ankara.
Cılga, İbrahim. (2001). Türkiye’de İnsan ve Toplum Sorunları Karşısında Sosyal Hizmet. İnsani Gelişme ve Sosyal Hizmet: Prof. Dr. Nesrin Koşar’a Armağan Kitabı içinde ss. 47-59. H. Ü. SHYO Yayın No: 009.
Cılga, İ. (2004). Bilim ve Meslek Olarak Türkiye’de Sosyal Hizmet. Ankara, H.Ü SHYO Yayını.
Duyan, Veli. (2010). Sosyal Hizmet: Temelleri, Yaklaşımları ve Müdahale Yöntemleri. SHU Derneği Yayınları, No: 16, Ankara.
Friedlander, A. Walter. (1966). Sosyal Refah Hizmetlerine Başlangıç. Çev. Resan Taşçıoğlu. SSYB SHGM Yay. No: 44., Ankara.
Haynes, Karen. (1998). The One Hundred Year Debate: Social Reforms Versus Individual Treatment. Social Work, Number: 6, volume: 43, pp: 481-600.
Karataş, K. (2001). Toplumsal Değişme ve Aile. Toplum ve Sosyal Hizmet. Cilt 12, Sayı: 2, 89-98.
Karataş, K., Demiröz, F. Ve İçağasıoğlu, Ç. A. (2002). Sosyal Hizmet Uzmanlarının Türkiye’deki Sosyal Hizmet Eğitimine İlişkin Değerlendirmeleri. Sosyal Hizmet eğitiminde Yeniden Yapılanma I. (Yayına Hazırlayan K. Karataş ve S. İl). H.Ü. SHYO Yayını No: 12.
Kaya, İbrahim. (2006). Sosyal Teori ve Geç modernlikler. Türk Deneyimi. İmge Kitabevi.
Kıray, B. Mübeccel. (1999). Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme. Bağlam Yayınları, İstanbul.
Kongar, Emre. (1972). Sosyal Çalışmaya Giriş. Sosyal Bilimler Derneği Yay. G-2. Ankara.
Kongar, Emre. (2010). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. 14. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Koray, Meryem. (2006). Avrupa Toplum Modeli. İmge Kitabevi, Ankara, 2. Baskı.
Kut, S. (1988). Sosyal Hizmet Mesleği: Nitelikleri Temel Unsurları Müdahale Yöntemleri.
Kut, Sema. (2001). İnsani Gelişme ve Sosyal Hizmet: Prof. Dr. Nesrin Koşar’a Armağan kitabı içinde S. 9-15. Editör: K. Karataş ve Ç, Arıkan. H. Ü. SHYO Yayın No: 009.
Marshall, Gordon. (2005). Sosyoloji sözlüğü. Çev. Osman A. ve Derya K. Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Payne, Malcolm (1992). Psychodynamic theory within the politics of social work theory. Journal of Social Work Practise, 8 (2): 141-9.
Payne, Malcolm (1993). Route to and though clienthood and their implications for practise. Practise, 6 (3): 169-80.
Polanyi, Karl. (2003). Büyük Dönüşüm. Çev. Ayşe Buğra. İletişim Yay. İstanbul.
Sezer, Baykan. (2006). Türk Sosyolojisinin Ana Sorunları. Kızılelma Yayıncılık, İstanbul.
Şahin, Fatih. (1999). Sosyal Hizmetin Doğası ve Paradigmaları: Sema KUT’a Armağan, Yaşam Boyu Sosyal Hizmet kitabı içinde, ss. 60-74. Editör: N. Güran KOŞAR. H.Ü SHYO Yay: 004, Ankara.
Şerif Mardin Okumaları (2006). Editör: Taşkın Takış, DoğuBatı Yayınları.
Tomanbay, İlhan. (1999). Sosyal Çalışmayı Yapılandırmak: Kavramlar, Oluşum, Nitelik, Uygulama. Sabev Yayınları, Ankara.
Tufan, B. ve Koşar, N. (1999). Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Tarihçesine Genel Bir Bakış: Sema KUT’a Armağan, Yaşam Boyu Sosyal Hizmet. Editör: N. Güran KOŞAR. H.Ü. SHYO Yay: 004 Ankara.
User, İnci. (1996). Türkiye’de Sosyoloji ve Psikolojinin Gelişmesine İlişkin Sorunlar: Meslek Sosyolojisi Açısından Bir Değerlendirme, 4. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi. İnsan Toplum Bilim. Derleyen: Kuvvet Lordoğlu, Kavram Yayınları, İstanbul.
Witkin, Stanley L. (1998). Is Social Work an Adjective? (Editorial) Social Work (Special Cennential Issue) Vol: 43, Nu: 6: 483-486.

Bir yanıt yazın

Quick Navigation
×
×

Cart

Buy for 150,00  more and get free shipping