Korunmaya Muhtaç Çocuklar Sorunu ve Sosyal Dışlanmanın Önlenebilmesinde Erken Müdahalenin Önemi

Korunmaya Muhtaç Çocuklar Sorunu ve Sosyal Dışlanmanın Önlenebilmesinde Erken Müdahalenin Önemi

Bu makalede çocuk koruma sisteminde, çocuk-odaklı ve aile merkezli bir yaklaşımla aileye genelci sosyal hizmet müdahalesinin kesişmesi ele alınarak; genel olarak göç, kentleşme, işsizlik, kentsel yoksulluk gibi makro düzeydeki yapısal etmenlerin korunmaya muhtaç çocukları ve ailelerini nasıl olumsuz etkilediği tartışılmaktadır.

Çocuklar ve aileleri açısından; hangi gereksinimlerin karşılanamadığı, ne tür risk faktörlerinin ortaya çıktığı gözden geçirilerek sosyal dışlanmanın önünün kesilmesi bağlamında ailelerin güçlendirilmesi üzerinde odaklanılmaktadır. Çalışmada, yasal düzenlemelerdeki yetersizliklerden, çocuk politikalarındaki eksikliklerden hareket edilerek, ülkemizde risk altında yaşayan ‘tüm çocukların korunması’ açısından, önemli eksiklikler olduğu ve bu durumun çocuk yoksulluğunu, sosyal dışlanmayı önlemede yeni bir kavrayışın ortaya konulmasını gerektirdiği vurgulanmaktadır. Çocukların olumsuz yaşam koşullarının iyileştirilmesi hedefine ulaşılması, sadece ailelerin sorunları artık kronik hale geldikten sonra çocuklar hakkında kurumlara yapılan müracaatlarla değil, ancak hak-temelli bir kavrayışla olanaklı hale gelebilir.

Toplumsal Değişme ve Korunması Gereken Çocuklar Sorunu

Ülkemizde, 1960’lı yıllarda kentlerde yaşayanlar toplam nüfusun % 26’sını oluştururken; bu oran 1980’lere gelindiğinde % 45’e ve 2000’li yıllarda % 59.25’e yükselmiştir (TÜİK, 2005). İç göç hareketlerinin etkisi ve kırdan kente göç sonucu kentlerin demografik yapısı değişime uğramaktadır. Bu hızlı sosyal değişim süreci içinde ailelerde büyük çalkalanmalar meydana gelmekte, aile yapısı ve işlevlerinde önemli değişiklikler yaşanmakta ve işsizlik, yoksulluk, kentte tutunamama sonucu ortaya çıkan korunmaya muhtaç çocuklar olgusu her geçen gün daha dikkat çeken bir sosyal sorun olarak gündeme gelmektedir. Büyük umutlarla kente göç eden aileler, kentlerde, işsizlik, yoksulluk, evsiz kalma gibi pek çok sorunla yüz yüze gelmekte ve yaşadıkları toplumsal dışlanmışlık nedeniyle, köylerinde çocuklarına bakmaya çalışmalarına karşın kentsel ortamın koşullarında çocuklarını ihmal etme davranışlarına yönelebilmektedirler.

Sosyal çevre, yaşam koşulları, insan etkileşimleriyle bireyin etrafını kuşatmaktadır. Genelci sosyal çalışmanın, “çevresi içinde aile” odağı, ailelerin çevresindeki diğer sistemlerle nasıl etkileşime girdiğini anlamak için çok önemli bir perspektif sağlamaktadır. Bu sistemler, diğer bireyleri, arkadaşları, aileleri, çalışma gruplarını, sosyal hizmet örgütlerini, politik birimleri, dini kurumları, eğitim kurumlarını içermektedir. Makro sistem, aile bireylerini tek tek etkileyerek bu yolla tüm aile sistemine de etki etmektedir. Bu süreç içinde aile yapısında, işlevlerinde, ailenin ekonomi profilinde önemli değişiklikler yaşanmaktadır. Ailedeki değişim çoğu zaman olumsuz bir seyir izleyerek aile parçalanmalarına, aile içi iletişimin zayıflaması ve ailenin sosyal dışlanmaya maruz kalmasına neden olmaktadır.

Ekolojik sistem kuramının sunduğu yaklaşım açısından, “korunması gereken çocuklar” sorununu açıklayabilecek bir çerçeve şu şekilde oluşturulabilir: Ülkemizde var olan korunması gereken çocuklar sorunu, toplumsal değişme, sosyoekonomik değişmeler, göç, kentleşme, işsizlik ve yoksulluk gibi toplumsal değişmeye yol açan yapısal etmenlerle ailelerin durumu ve özelliklerinin (aile yapısı ve işlevleri vb.) etkileşiminin bir ürünüdür. Toplumsal değişme, göç, kentleşme, işsizlik, ve yoksulluk gibi faktörler hem aileleri etkilemekte hem de onlardan etkilenmektedir. Ailelerin özelliklerinden bir bölümü göç etme, işsiz ya da yoksul olma, bir bölümü de ailenin işlevselliğini kaybetmesi, geniş aile desteği ve sosyal destekten yoksul kalması gibi değişkenlerdir.

Bu açıdan ekolojik sistem yaklaşımı, yaşayan her organizma gibi bir açık sistem olan korunması gereken çocuklar sorununun doğasıyla uyumlu bir çerçeve sağlamaktadır. Korunması gereken çocuklar, bir sistem olarak diğer birçok sistemle ilişki ve sürekli etkileşim içerisindedirler. Bu ilişki sistematiği, çocukların yakın aile çevresinden, yaşadığı sosyal çevreye topluma, yasalara ve uygulanan politikalara kadar uzanmaktadır. Bilindiği gibi toplumsal ve ekonomik politikalar, yaşanılan çevrenin kültürel değerleri ve aile ilişkileri insan yaşamını şekillendirmekte ve sistemde meydana gelen herhangi bir değişim bir başka alt sistemi ve dolayısıyla sistemin bütününü etkilemektedir. Bu açıdan, sosyal politikalardaki değişimler, ebeveynlerden birinin kaybı, aile üyelerinin işini kaybetmesi, boşanma gibi sistemde meydana gelebilecek her türlü değişiklik ve olumsuz durum, çocuğu da aynı şekilde etkileyecektir. Bunun en iyi örneği, kırdan kentlere göç sürecidir. Çeşitli nedenlerle kırdan kente göç deneyimi yaşayan aileler, yeni bir sosyal çevre ve alışık olmadıkları sosyal koşullarla yüz yüze kalmaktadırlar. Değişen sosyal çevre, yaşam koşulları aile sisteminin ve aile üyelerinin değişimini gerekli hale getirmektedir. Bu değişim, kent yaşamına özgü yeni davranış kalıplarını öğrenmek, değişen çalışma yaşamına ayak uydurmak, farklı kültürel ve sosyal değerleri öğrenmek gibi farklı boyutları kapsamaktadır. Aile içindeki değişen roller, aile ilişkilerindeki bozulmalar ve aile çözülmeleri çocuğun yaşantısını da şekillendirmektedir.

Ekosistem yaklaşımına göre, büyük sistemin alt sistemlerinde ortaya çıkan bozulmalar diğer sistemleri de etkilemektedir. Göç ederek büyük kentlere gelen bireyler, iş ve aş bularak kentte tutunmaya çalışmakta ancak sistem içerisindeki yetersizlikleri nedeniyle yaşadıkları yoksulluk ve bunun sonucu olan sosyal dışlanmanın etkisiyle kolay bir biçimde çocuklarını kurum bakımına vermek için müracaatçı olabilmektedirler.

İşsizlik ve Yoksulluğun Sosyal Dışlanmaya Etkisi

Ülkemizde; 2002 yılında işsizlik oranı % 10.3 iken; 2003’de % 10.5, 2004 yılında % 12.4, Kasım 2005’de % 11.2; Nisan 2006’da % 9.9 ve Ocak 2009’da küresel krizin etkileriyle % 15.5 en yüksek oran olarak açıklanmıştır. Diğer taraftan kentlerde ise işsizlik oranının % 17.2 olarak açıklanması (TÜİK, 2009) sosyal sorunların ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını düşündürmektedir. Kızılot (2008), TÜİK’in 2007 yılında % 10.7 (2 milyon 496 bin kişi) olarak açıkladığı resmi işsizlik rakamlarında gerçek oranın maskelendiğini ve ‘iş bulma ümidi olmayanlar’ başlığı altında 722 bin kişi olduğunu ve bu rakamın işsiz sayısına dahil edilmediğini, işsiz sayılabilmek için son üç aydır iş arıyor olmak koşulu bulunduğunu, sayıları 600 bini bulan mevsimlik işsizlerin işsizlik rakamına dahil edilmediğini, bu rakamlara ücretsiz aile işçisi olarak çiftte-çubukta çalışan 2 milyon 619 bin kişinin sadece üçte biri eklendiğinde, işsizlik oranının açıklanan oranın iki katına % 20.7’ye ulaştığını ifade etmektedir.

Oruç (2001: 81)’a göre yoksulluk açısından, “çeşitli öznel faktörlerden dolayı Türkiye’de henüz yaygın bir mutlak yoksulluğun şartları olmasa bile, insanlık onuruna yaraşır kaliteli bir yaşam sürdürebilme olanaklarının da yeterli olduğu söylenemez”.

TÜİK (2007 yılı)’in ‘Yoksulluk Çalışması’ sonuçlarına göre durum şu şekilde özetlenebilir;

“2006 yılında dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 549 TL iken 2007’de bu rakam 619 TL olarak kabul edilmiştir. 13 milyon kişi bu sınırın altında yaşamını sürdürmektedir. 2006 yılında aylık 205 TL olan açlık sınırı, 2007’de 237 TL olarak belirlenmiş ve 539 bin kişi ise sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının altında yaşıyor. 17 milyon 690 bin ailenin 2 milyon 473 bini yoksul durumdadır. Hanehalkı sayısı arttıkça yoksulluk oranı da artmakta olup, yoksul oranı 1-2 kişilik ailede % 10.95; 3-4 kişilik ailede % 8.27, 5-6 kişilik ailede % 17.54, yedi ve daha fazla sayıdaki ailelerde % 41.83 olmuştur. Toplam nüfusun % 0.74’ü gıda yoksulluğu (açlık), % 17.81’i yoksulluk (gıda+gıda dışı), % 1.41’i kişi başı günlük 2.15 doların altında gelirle yaşamını sürdürmektedir”.

Gelişmiş ülkelerde işsizlik, bireyler açısından ekonomik anlamda önemli sorunlar yaratmamaktadır. Çünkü endüstrileşmiş ülkelerde tüm vatandaşları kapsayan bir işsizlik sigortası mekanizması vardır. Böyle bir mekanizmanın bulunması işsizlerin ilgili kurumlara ve sisteme kayıt olma zorunluluğu getirmekte bu durum işsiz sayısının tam olarak belirlenmesini, işsizliğin nicelik ve nitelik olarak izlenmesini de kolaylaştırmaktadır. Oysa az gelişmiş ülkelerde işsizlik sigortasının olmayışı işsizliğini hem sosyal hem de ekonomik boyutunu ağırlaşmakta ve bireylerin belli bir sürenin üstünde işsiz kalmalarını olanaksız hale getirmektedir. Bir çıkış noktası arayan eğitim düzeyi düşük insanlar her ne koşulda olursa olsun çalışma zorunluluğu duymakta bu durum marjinal işlerde istihdamın artmasına, informel sektörlerin oluşmasına sosyal güvencesizliğin hüküm sürmesine zemin hazırlamaktadır.

Dünya Bankası (1999: 4) yoksulluğu, “en düşük yaşam standardına dahi ulaşamama” olarak tanımlarken, dünyada yaklaşık 1.3 milyar insan günde 1 dolar’dan daha az bir gelirle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerde bile, 100 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altında yaşamakta, 37 milyon kişi işsizlikten etkilenmektedir. Yoksulluk temelde az gelişmişlik sorunu olup, gelişmiş ülkelerde de önemli bir sorundur. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 4.6 milyar insandan 800 milyonu normal bir yaşam sürmek için gerekli gıdayı alamamaktadır. Avrupa Komisyonu, AB ülkelerinde 1987 yılında 44 milyon yoksul insan var iken, 1990 yılında bu rakamın 52 milyona yükseldiğini bildirmektedir (Dünya Bankası, 2007).

Bu çalışmada, ‘yoksullar’ yoksulluğun hem kurbanı hem de nedeni olarak görülmemekte olup; Wilson (1996: 413; akt. Şenses, 2001: 146)’ın yaklaşımı benimsenmektedir. Buna göre; “yoksulluk, yoksul bireylerin dışında, başta ekonomi politikaları olmak üzere, düşük ücretler, yetersiz eğitim ve istihdam olanakları gibi yoksulların kendi denetimleri dışındaki ‘yapısal etmenlerle’ ve bütünüyle sosyoekonomik sistemle ilişkilendirilmelidir”. Bu yaklaşıma paralel bir çözümlemeyle; kırsal kesimden İstanbul’a göç eden aileler, kronik işsizlik ve sosyal destek sağlayamama sonucu, kentsel yoksulluk sorunu ile yüz yüze gelmekte ve gereksinimleri, beklentileri karşılanamayınca çok ciddi risklerle karşı karşıya kalabilmektedirler.

Sosyal dışlanmaya neden olan en önemli olgu yoksulluktur. Yoksulluğun en belirgin sonucu, bireylerin dışlanmasıdır; çünkü yoksulluk kavramının özünde bir dışlanma söz konusudur. Yoksulluğun toplumların geleceğiyle ile ilgili en önemli etkisi, yoksulluğun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileridir. Çocuklar, yoksulluktan direkt olarak ve dolaylı olarak iki şekilde etkilenmektedirler. Direkt olarak, gıda kalitesinde düşme, konut, sağlık-bakım eğitim ve ulaşım olanaklarının eksikliği şeklinde; dolaylı yönden ise olumsuz koşullarla daha fazla baş edecek gücü kalmayarak ekonomik durumları bozulan, düşük ve yetersiz gelirli ebeveynleri vasıtasıyla etkilenmektedirler (Fraser, 2006).

Toplumsal değişmeler, en temel kurum olan ailenin yapısında değişmelere neden olmaktadır. Sapancalı (2003: 189)’ya göre;

“yoksulluk, sosyal dışlanma açısından en çok parçalanmış aileleri, tek ebeveynli aileleri ve çocukları olumsuz etkilemektedir. Boşanmış ailelerin çocukları ve evlilik dışı doğan çocukların ileri yaşlarda sosyal dışlanma riskiyle karşılaşma olasılıkları diğerlerine oranla yüksektir. Değişen aile yapısında dikkat çeken en önemli farklılıklardan biri de tek ebeveynli ailelerin sayısındaki artıştır. Tek ebeveynlilik, genellikle çocuklarıyla birlikte oturan dul veya hiç evlenmemiş kadınların oluşturduğu aile statüsüdür. Tek ebeveynli ailelerin, diğer ailelerle karşılaştırıldığında yoksulluk ve yoksunlukla daha sık karşılaştıkları, hane halkının sahip olduğu konfor, dayanıklı tüketim mallarına sahip olma, konut kalitesi ve temel gereksinmelerden yoksunluk bakımından daha olumsuz bir durumda oldukları bilinmektedir”.

Erder (1995: 106-121), kente gelip yerleşenlerden durumlarına göre üç temel grubun ortaya çıktığını şu şekilde ifade etmiştir:

“Yükselenler, izole olanlar ve yoksullaşanlar. Yoksulluk-varsıllık çizgisinin bıçak sırtında gittiği bir ortamda bazı haneler, hemşehrileri olsa bile, destek ve ilişki ağlarının dışında kalabilmektedir. Bu grup içinde yeni göç etmiş yoksullar, yetişkin yaşta mesleksiz ve becerisi olmayan göç edenler, sakatlanmış hane reisleri, dullar, iş yaşamında başarısız olmuş ya da hemşehrilik ilişkilerinden dışlanmış haneler vardır. Çok çocuklu ve becerisi bulunmayan yetişkinlerin olduğu bu hanelerin, mevcut hemşehrilik ilişkileri içine girmeleri çok daha zor olmakta ve bu gruplar yalnızlığa terk edilebilmektedirler. Bu grubun varlığı kökene dayalı ilişkilerin seçiciliğini ve kentte yoksulluğun bazı gruplar için yerleşikleşme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Son dönem toplu göç ile gelenler için artık yoksulluk yerleşikleşmektedir”.

Azgelişmiş ve yoksul ülkelerde var olan sosyoekonomik sorunlardan çocuklar daha olumsuz etkilenmekte, bazı ailelerde çocukların temel gereksinimleri dahi karşılanamamaktadır. Çocukların sağlıklı bireyler olarak yetişebilmelerinin önünde engeller bulunmakta ve bazı çocukların korunması gerektiğine ilişkin görüşler ortaya çıkmaktadır. Korunması gereken çocuklar olgusu, her toplumun içinde bulunduğu kendine özgü siyasal ve sosyal ortamın, ekonomi politikalarının bir ürünü ve önemli sosyal sorunlardan biri olarak kendini göstermektedir. Bu sorundan etkilenen çocukların profili, sayı ve nitelik bakımından zaman içerisinde değişimlere uğramakta ve sorunu ortaya çıkaran etkiler bağlamında yoğunluğu zaman içerisinde ve ülkedeki konjonktüre göre farklılaşabilmektedir.

Çocuk sorunuyla her zaman yakından ilgili olan sosyal hizmet disiplini, bireylerin yaşadığı toplumla bütünleşmelerine, risk gruplarının sorunlarıyla baş edebilme becerisi geliştirmelerine ve ailenin iyilik halinin sürdürülmesine odaklanan bir meslektir. Sosyal çalışmacıların, aile ve çocuk refahı alanındaki öncelikli görevlerinden biri korunması gereken çocuklarla ilgili, kurum bakımı dışında çocuğun yararını ve iyilik halini gözeten, ihmal-istismarı ‘önleyici’ politikaların üretilmesine katkı yapmaktır.

Sosyal hizmetin ‘çocuk refahı alanı’, kamusal çocuk koruma kurumlarınca ihmal-istismar ve kötü muameleye uğradığı rapor edilen çocukların sorunlarına çözüm bulmayı hedefleyen, koruyucu hizmetleri içermektedir. Bu alan, sosyal hizmet disiplini açısından her dönemde en temel çalışma alanlarından biri olagelmiştir. Çocuk refahı hizmetleri, korunması gereken çocuklar sorununa çözüm bulabilmek amacıyla ve hızlı gelişmelerin tetiklemesiyle, tarihsel süreçte giderek güçlenmiştir. Sosyal çalışmacılar, çocuk koruma sistemi (ÇKS) aracılığıyla çocukların gereksinimlerinin aile ve diğer sosyal kurumlar tarafından karşılanması, sağlıklı yetişmeleri önündeki engellerin kaldırılması konularında, müdahalelerle mesleki rollerini yerine getirirler.

Ülkemizde yaşanan hızlı kentleşme ve göçlerin, yaşam biçimlerini ve bazı toplumsal değerleri değişime uğrattığı, bazı ailelerin temel işlevlerini yerine getiremeyecek derecede zayıflamasına yol açtığı ve bunun sonucu olarak, aile çözülmelerinin arttığı, boşanma oranlarının yükseldiği, kültürel ve ahlaki değerlerde dönüşümler yaşandığı, yabancılaşma, suç oranlarının artması, uyuşturucu kullanımı, şiddetin yaygınlaşması, ruhsal rahatsızlıklar gibi insanı ve dolayısıyla toplumu tehdit eden sosyal sorunların baş gösterdiği düşünülmektedir. Bu olumsuz tablonun tehdit ettiği çocuk nüfusu, gelişimsel açıdan önemli psikososyal risklerin altında yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısı, ‘çocuk sorunu’nun ağırlıkla tartışıldığı bir dönem olarak, çocuklarla ilgili tüm dünya ölçeğinde en önemli belge olan ÇHS’nin ortaya çıkmasına sahne olmuştur. Sözleşmede, çocuğun yaşatılması, korunması ve gelişimi bakımından ‘aile’, öncelikli kurum olarak ele alınmıştır.

TARTIŞMA VE SONUÇ

Bilindiği gibi, bir ülkede yaşayan nüfusa sunulan sağlık, eğitim, istihdam, sosyal refah ve konut hizmetlerinin adaletli dağılmasına yönelik planlar, programlar, projeler ve hizmetlerin bütünü ‘sosyal politika’yı oluşturmaktadır. Dezavantajlı koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan bireyleri koruma iddiasında olan sosyal politika, ülkelerin hızla büyüyen sosyal sorunlarına karşın demokrasi, insan hakları ve sendikal haklar anlayışlarının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Sosyal politikanın temelinde, nüfusu sosyal risklere karşı güvence altına alma hedefi vardır. Dünyaya hakim olan neoliberal politikalar sonucunda refah devletinde yaşanan krizlerle sosyal risklerin gerçekleşme olasılığı artmış olup bu gelişmelerle, sosyal politikaya yeni bir misyon yüklenmiştir. Bu misyon, tüm ihtiyaç gruplarının beklentilerine belli ölçülerde yanıt vermeyi içerecek sosyal hizmet plan ve programlarının yaşama geçirilmesidir.

Ülkemizde özellikle 1980’li yıllarda uygulanan, günümüzde de değişik boyutlarıyla sürdürülmeye çalışılan ekonomik ve sosyal politikalar, var olan olumsuzlukları ve çocuk yoksulluğunu daha da derinleştirmiştir. Kişi başına düşen gelir düzeyinin düşük olduğu istikrarsız bir ekonomik yapıda, gelir dağılımının da bozuk olması yoksulluğun yaygınlaşması ve gereksinimlerini karşılayamayan ailelerin sayısındaki artışın yanında, geçim zorluğu sorunlarını da beraberinde getirmiştir.

Türkiye’de son yıllarda kamu sağlığı, sosyal hizmet, eğitim alanında bir takım olumlu gelişmeler yaşanmasına karşın; ülkemizin sosyal kayıtları, çocukların yaşam kalitesi bakımından halen insan onuruna yaraşır ve çocukların sağlıklı gelişimine uygun bir seyir izleyememektedir. Yoksulluk, en önemli sosyal sorunlardan biri olarak varlığını sürdürmekte, azımsanmayacak oranda çocuk nüfusu, aileleriyle birlikte yoksulluk yükü altında ezilmektedir. Özellikle İstanbul metropolünde; göç yoluyla gelen ailelerin geniş aile desteğinden yoksun kalan çocukları, artan risklerin tehdidi altında bulunmaktadır. Çocukların sağlık, eğitim, sağlıklı gelişim, beslenme ve barınma gereksinimlerinin bazı ailelerde, ‘aile sistemi’ tarafından karşılanamadığı, çocuk ihmali ve istismarı olaylarının sıklıkla yaşandığı dikkat çekmektedir. Sosyal hizmet açısından çocuk yoksulluğunun ve sosyal dışlanma sorununun çözümü, sistematik ve çok kapsamlı bir bakışı, farklı düzeylerde müdahaleleri gerektirmektedir.

Sosyal hizmet uygulamalarında ele alınan bir diğer önemli unsur olan ‘ailelerin ve çocukların gereksinimleri’ konusu, temel bir müdahale alanı ve ailenin iyilik halinin kilit noktasını oluşturmaktadır. ‘Sosyal refah’ iyi yaşama ya da iyilik halini anlatan bir terim olarak; refahın artması ‘gereksinimlerin’ karşılanmasına bağlı olduğu için, toplumsal sistemde yaşayan bireylerin gereksinimleriyle yakın bağları olan bir terimdir. Çünkü esasında, sosyal refah politikaları, ailelerin gereksinimlerinin karşılanması amacıyla tasarlanmış politikalar olmalıdır.

Ülkemizde halen sosyal kayıtlarla tam olarak belirlenememiş bir yoksulluk ve işsizlik tablosu hüküm sürmektedir. Yoksulluk altında yaşamını sürdürmeye çalışan binlerce aile, toplumsal kaynaklardan yeterince yararlanamamakta ve bu nedenle toplumsal sistemle sosyal bağlarını sağlıklı bir biçimde kuramamaktadır. Anayasa’da yerini bulan sosyal devlet vurgusu, vatandaşlık hakları çerçevesinde alt sınıf, düşük gelir grubu ya da hiç geliri olmadığı söylenebilecek aileleri topluma entegre edecek sosyal politikalarla beslenememiştir. Bu durum, eğitim düzeyi düşük, toplumsal olanaklara asgari ölçüde erişim olanakları bulamayan sınıf altı ailelerin, dolaylı yoldan da olsa tecrit edilmesine, kentlerin şartları en olumsuz mahallelerinde ve köylerde bile rastlanmayacak düşük konutlarda yaşamalarına ve mekansal açıdan da sosyal dışlanmaya neden olmaktadır.

Bu çalışmada, çocuklar ve ailelerinin iyilik halini desteklemeye yönelik daha etkili sosyal hizmet müdahalelerine ışık tutulması hedeflenmiştir. Çocuk-merkezli erken müdahale programları ve gereksinimlerle ve risklerin belirlenmesi temelli yaklaşımlarla, ailelerin gereksinimlerinin karşılanması ve güçlendirilmeleri yoluyla, çocukların her türlü ihmal ve istismardan uzak tutulabilir. Çocuk yoksulluğunun çocukların ihmal ve istismara uğramasına ve çocukların sosyal dışlanma süreçlerine dahil olmasına yol açtığı ve çocukların iyilik halinin sağlanmasına yönelik, ‘erken müdahale’ ilkesinin ön plana çıkartılması gerektiği görülmektedir. Erken müdahale ile risk yaratan etmenlerin ortadan kaldırılarak, koruyucu mekanizmaların desteklenmesi suretiyle, ailelerin direncinin teşvik edilmesini ve ailenin güçlendirilmesi hedeflenmelidir. Sosyal hizmet alanında yapılacak erken müdahale uygulamalarıyla, kapsamlı “toplum temelli” sosyal hizmetlerin sunumu organize edilerek, tüm çocukların iyilik halinin en üst seviyede desteklenmesi temel bir ilke olmalıdır.(Fraser ve Jenson, 2006).

KAYNAKÇA

Acar, B. Y. ve Acar, H. (2002). Sistem Kuramı- Ekolojik Sistem Kuramı ve Sosyal Hizmet: Temel Kavramlar ve Farklılıklar. Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayını, Cilt:13, Sayı 1: 29-35.

Akkaya, Y. (2002). Göç, Yoksulluk, Kentsel Şiddet ve İnsan Hakları. Y. Özdek. (Ed.), Ankara: TODAİE, İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını.

Alada, A. B., Sayıta, S. U. ve Temelli, S. (2002). Küreselleşme, Yoksulluk ve Şiddet Bağlamında Sokak Çocukları. Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları. Y. Özdek (Ed.), Ankara: TODAİE Yayını No: 311.

Aral, N. (1997). Fiziksel İstismar ve Çocuk. Ankara: Tekışık Veb Ofset Tesisleri.

Arıkan, Ç. (2005). Türkiye’de Aile Politikası Uygulamalarına İlişkin Genel Değerlendirme. Aile Danışmanlığı El Kitabı içinde ss: 117-123. Ankara: SHÇEK Genel Müdürlüğü ve Hacettepe Üniversitesi. Aile Hizmetleri Araştırma Uygulama Merkezi (AHUM) Ortak Yayını.

Ashman, K. K. ve Hull, G. H (1999). Understanding Generalist Practice. Chicago: Nelson Hall Publisher.

Atamer, T. A. (2005). Çocuk İstismarı Tarama Anketi: Geliştirme, Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. İstanbul: İ.Ü. Adli Tıp Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi).

Barker, R. L. (2003). The Social Work Dictionary. Silver Spring, Md: NASW Press.

Bertalanffy,V.L.Ecologica Systems Approach. (www.Users.Globalnet.Co.Uk/-Ebstudy/Strategy/Ecosys.Htm).

Buğra, A. ve Keyder, Ç. (Eds). (2006). Sosyal Poitika Yazıları. İstanbul: İletişim Yayınları, Yayın No: 9.

Cash, S. J. (2001). Risk Assestment in Child Welfare: The Art and Science. Children and Youth Services Review. 23 (11): 811.

Cılga, İ. (2001). Ekonomik Kriz ve Aile. I. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu. 2000’li Yıllarda Aile Hizmetleri. (Eds.) Aliye M. Aktaş, Çiğdem Arıkan, Veli Duyan, Sunay İl, Ümit Onat, Erden Ünlü. Aile Araştırma Kurumu Yayını. Bilim Serisi: 117, Ankara.

Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (1997). T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu

Çocuk Koruma Kanunu. (ÇKK). 5395 Sayılı Kanun. 03.07.2005.

Duyan, V. (2003a). Aileye Yönelik Planlı Müdahale Sürecinin Aşamaları. Toplum ve Sosyal Hizmet. Ankara: H.Ü. SHY Yayını, Volume 14(1): 41-61.

Duyan, V. (2003b). Sosyal Hizmetin İşlev ve Rolleri. Toplum ve Sosyal Hizmet. Ankara: H.Ü. SHY Yayını, Volume 14(2): 1-22.

Fraser, M. W. ve Jenson J. M. (Edit.). (2006). Socıal Policy for Children and Families: A Risk And Resilience Perspective. Sage Publications, California.

Holland, S. (2004). Child and Family Assesstment in Social Work Practice. Sage Publicatons

Karataş, K. (2001). Toplumsal Değişme ve Aile. Toplum ve Sosyal Hizmet. Cilt: 12, Sayı: 2: 87-96.

Kongar, E. (1981). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. Remzi Kitabevi.

Koşar, G. N. (1992). Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı. Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara: İLTEK A.Ş. .

Kut, S. (1988). Sosyal Hizmet Mesleği: Nitelikleri Temel Unsurları Müdahale Yöntemleri.

Marshall, G. (Ed.) (2005). Sosyoloji Sözlüğü. Çevirenler: O. Akınhay, D. Kömürcü. Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.

Nazlı, S. (2003). Aile Danışmanlığı. Ankara: Anı Yayıncılık, 3. Baskı.

Oruç, Y. M. (2001). Küresel Yoksulluk ve Birleşmiş Milletler. Toplum ve Bilim, Sayı, 89.

Polat O. (2000). Çocuk İstismarı. İstanbul: Adli Tip Derneği Yayınevi. Yayın No: 290.

SHÇEK Genel Müdürlüğü 2007 Yılı Faaliyet Raporu.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Kanunu. 2828 Sayılı Kanun. Resmi Gazete. 18059, (27 Mayıs, 1983).

Sosyal Hizmet ve Çocuk Hakları (2004). BM Sözleşmesi Profesyonel Eğitim Kitabı. Sosyal Hizmet Uzmanları Genel Merkezi Yayın No: 07. Çeviren: Veli Duyan, Ankara.

Sönmez, M. (2001). 10 Boyutuyla 2000 İstanbul. İstanbul Dergisi, Sayı:36, İstanbul.

Strand, V. C. (1995). Single Parents. Encyclopedia of Social Work (Vol. 3, pp. 2157-2164). Washington DC: Nasw Press.

Şahin, F. ve Küçükkaraca, N. (2002). Genelci Sosyal Hizmetin Temel Özellikleri. Sosyal Hizmet Eğitiminde Yeniden Yapılanma I. (Ed.) K. Karataş ve S. İl Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayını, No: 12.

Şenkal, A. (2005). Küreselleşme Sürecinde Sosyal Politika. İstanbul: Alfa Yayınları, 1. Basım.

Şenses, F. (2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk. İstanbul: İletişim Yayınları.

TÜİK (2008). Türkiye İstatistik Kurumu, Web Sitesi.

Türkiye’de Çocuğun Durumu. (1989). DPT Yayını, Ankara.

Uluğtekin, S. (2001). Yirminci Yüzyılda Türkiye’nin Çocukları: Sorunlar ve Beklentiler. Sosyal Hizmette Yeni Yaklaşımlar ve Sorun Alanları: Prof. Dr. Nihal Turan’a Armağan. H.Ü. SHYO Yayın. No:8, ss. 7-19, Ankara.

UNICEF Web Sitesi.

Bir yanıt yazın

Quick Navigation
×
×

Cart

Buy for 150,00  more and get free shipping